'bilmiyorum' diyebilmek

sahi niye bir türlü "bilmiyorum" diyemiyoruz şu hayatta hemen hemen hiçbir konuda? en bilmedigimiz zamanlarda bile bilirmis gibi yapmalarımız neden? basit bir adres de sorsalar, kapsamlı siyasi ya da felsefi analizler yapmamızı da isteseler verdigimiz tepki aynı: bilirmis gibi yapmak.


bilirmis gibi yapmak. gözümüzü yumup başlıyoruz konuşmaya. kelimeler köşeli bir uçurtma gibi çıkıyor bogazımızdan. kuyrugu uzun mu uzun bir uçurtma, git git bitmiyor. her konuda habire bir seyler söylüyor, tanımadıgımız şahıslar hakkında gayet iyi tanırmis gibi ileri geri konuşuyoruz. bazen konuşmakla kalmayıp yazıyoruz da. bilmeden ama bildigimizi zannederek. bildigimiz izlenimini vererek.

bilgi çagında yaşıyoruz. yarım yamalak bilgiler çagında. kitap okumak veya derinlemesine sabırla araştırmak yerine, internetten üstünkörü bir şeyler öğreniveriyoruz. yetiyor. televizyon kanallarında her akşam habire tartişma üstüne tartişma izliyoruz. sanki her konuda zıt fikirlerde olmak ve çatır çatır tartışmak durumundayız. bu 'mevzilenme arayışı' beraberinde 'düşünsel sabitlenmeyi' getiriyor.

iste o zaman 'fikir sahibi' olmaktan çıkıp 'sabit fikir sahibi' olmaya dogru yol alıyoruz, pupa yelken. şu basit hakikati bile söyleyemiyoruz kendi kendimize: "bugün, şu anda filanca konuda böyle düşünüyorum. ama yarın fikirlerim değişebilir. ben değisebilirim.

başka bir açıdan bakabilirim. bir ihtimaldir. ihtimal güzel şeydir. belki değisirim. cok bilenin cok daha iyi anladıgını sanmak hata olur. "bildiklerini unut," diyor dost. "gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilğilerini silmekle başla.

zihnimin tahtasında kargacık burgacık harfler, ne çok kelimeler var. alıyorum kumaş silgiyi. tahtayi siliyorum boydan boya. bir temizlik, bir hafiflik, bir ferahlık hali ki değmeyin gitsin.

"zanlarını, yargılarını, ön yargılarını ve dahi tüm genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et. giybet etme sakın, bil ki dedikodu denilen sey mıknatıs gibi kötü enerji çeker. kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın düşme ihtimalin o kadar artar. kainatin matematigidir.
dinliyorum sessizce. "hicbir konuda yüzde yüz emin olma," diyor dost. "kendini ayricalıklı sayma. konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme. şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir. nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir. her zaman başkalarından öğrenmeye açik ol. en iyi bildigin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma.

cümlelerinin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy. açık bir kapı bırak daima. ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyecegini unutma. tevazudan şaşma. ancak o zaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden..." bu yüzden tebrizli sems nam bir güzel ınsanın tutup da hazreti mevlana'nın tüm kıtaplarını tek tek suya atması. bu yüzden kendinden "ummi" diye bahsetmesi yunus emre'nin. bu yüzden tasavvuf tarihi boyunca pek çok hakikat ehlinin "cahilim, bilgisizim, ben bilemem" demesi.

yoksa hakikaten okur yazar olmadıklarından değil. dün de zordu ama içinde yasadığımız "enformasyon çağı"nda artik daha da zor "bilmiyorum" kelimesini telaffuz edebilmek. halbuki bir söyleyebilsek şunu hafifleyeceğiz. berraklaşacağız. duru ve yalın.

bir kelimenin idraki degiştirecek bakışımızı, duruşumuzu.

güzel sey, "bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum..." diyebilmek.
elif safak