Bazen, uzaklaşmak gerekir yakınlaşmak için... Yüzde ısrar etme, "Doksan da olur". --- --- Eğer bir gün dünyaya ait çok büyük bir derdin olursa...
Bazen, hatırlamak gerekir hatırlanmak için...
Bazen, ağlamak gerekir açılmak için...
Bazen, anmak gerekir anılmak için...
Bazen de susmak gerekir duymak için...
Şems-i Tebrizi
İnsan dediğinde, "Noksan da olur"...
Sakın büyüklenme, "Elde neler var".
Bir ben varım deme, "Yoksan da olur".
Sen uzattığın elini tutmayan ele mi dargınsın...
Tutmayacak bir ele uzandığın için kendine mi ?
Rabbine dönüp "Benim büyük bir derdim var." deme.
Derdine dönüp "Benim çok büyük bir rabbim Var.' De....
Mevlâna
Arkadaşımı beklerken boş masa bulamamış bir amca, benim masama oturdu. Sohbet etmeyi çok sevdiği anlaşılıyordu. O konuşuyor ben yorum yapıyordum.
İstemeden ona da hakketiği mutluluğu yaşatamadım. Sevilmeye doydum ama sevmeye hala açım...
Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey... Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok. Bir kendisi.
Bu yeter zaten. Her şeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor. Böyle gidiyor işte. Bir yanımız "kalk gidelim", öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. Kalıyoruz.
Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler... Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler... İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirde gitmek, iki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki... Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında. Herkes onu, o herkesi seviyor. Hangi birimizle gitsin.
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır; evet sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüme inat tutunmak lazım. İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek...
Var tabii yapanlar. Ama az. Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek. Ne mümkün.
Sabah 09.00, akşam 18.00. Sonra başka mecburiyetler. Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar áşık olmam ama her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun... İstemek de güzel.
FELSEFE
Dişi Aslan Hayvanlar bir gün kim daha çok çocuk doğurabilir diye çekişmeye başlarlar. Hep birlikte dişi aslana gidip danışırlar. "Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun?" diye sormuşlar aslana. "Bir." diye yanıtlar dişli aslan. "Fakat ben aslan doğururum."
NITELIK, NICELIKTEN ÖNEMLIDIR.
YENGEÇ ILE ANNESI "Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum" diye sorar anne yengeç çocuğuna. "Düzgün yürüsene ! " der. - "Pekala anne" der çocuk. - "Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim. "
HAREKETLER SÖZLERDEN ÖNDE GELIR?
ASLAN, KOYUN, KURT VE TILKI Aslanın biri, bir koyunu yanına çağırır ve nefesinin kokup kokmadığını sorar. Evet ! ? diye yanıtlar koyun. Aslan bu yanıta kızar ve koyunu oracıkta parçalar. Daha sonra kurda seslenip yanına çağırır, ona da aynı soruyu sorar. Hayır ! ? diye yanıtlar kurt korkudan. Ancak o da yağcılık yaptığı için aslanın öfkesinden kurtulamaz. Sıra tilkiye gelmiştir. Aynı soruyu tilkiye de sorar. Tilkinin yanıtı şöyle olur; - Üzgünüm, üşütmüşüm biraz, o yüzden burnum koku almıyor !
AKILLI KIŞI TEHLIKELI DURUMLARDA KONUŞMAZ !!!
KAZLAR VE TURNALAR Kazlar ve turnalar bir gün aynı tarlada yiyecek ararlarken birden yanlarına yaklaşmaya çalışan avcıyı fark ederler. Turnalar daha çevik ve hafif oldukları için hemen uçarlar. Oysa kazlar ağır hareket ettikleri için avcıdan kurtulamazlar.
YAKALANANLAR HER ZAMAN SUÇLU OLANLAR DEĞILDIR?
HASTA GEYIK Yaşlı bir geyik hasta düşer ve daha rahat otlayabilmek için güzel otlarla dolu bir çalılıkta yaşamaya başlar. Her hayvanla iyi geçindiği için pek çok hayvan sık sık geyiğin ziyaretine gelir. Zamanla her gelen hayvan bu güzel otlardan tatmaya başlayınca kısa süre sonra tüm otlar biter. Geyik hastalıktan kurtulur ama yiyecek hiçbir şeyi kalmadığı için bir süre sonra açlıktan ölür. SIZCE?
FARELERIN TOPLANTISI Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul görmez. En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Böylece kedi kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri fareler tarafından alkışlarla onaylanır. Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir. Fakat, der, Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna çan asacak ???
IYI BIR PLAN YAPMAK AYRI, O PLANI GERÇEKLEŞTIRMEK AYRIDIR.
* * Insanlar FELSEFE yi Çocukken MASAL dan, Sonra KiTAP lardan, ihtiyarlarlayınca da Arkalarında Kalan YAŞAM larından Öğrenebilirler ...
Sertaç Yardımcı
Ankara Cad.Subesi
Müsteri Hizmetleri Temsilcisi
(224) 280 63 50 /1066
534 574 94 87
söylemek istediklerini icinden geldigi gibi ima etmeden, direkt söyleyebildigin insandir, gecenin 3'un de acaba uyandirir miyim, kufur eder mi diye dusunmeksizin arayabildiginiz, sartlar ne olursa olsun yari yolda birakmayan, degerinizi bilen, kirildigini dusundugunuzde gözunuze uyku girmeme sebebiniz, sizi taniyan, hangi olaya nasil tepki verebileceginizi tahmin eden ve en önemlisi tepkilerinizi önemseyen, kisidir.
kucuk prensin söyledigi gibi "herkes talihsizliklerinin ciddiye alinmasini ister." Dost sizin talihsizliklerinizi kendininmiscesine, kendi basina gelmiscesine ciddiye alan, sizinle birlikte uzulen, sizinle birlikte aci ceken insandir. Bos zamaninda degil, en yogun aninda bile Seni merak ettim nasilsin diye arayan, mesaj atan kisidir. Acilarinin dinmesinin tek yolu ölumse eger, ölmene yardimci olandir… o birakip gitmez, o her an sizi arar, o hep merak eder, o yalan söylemez, o aldatmaz, o ihanet etmez, o siz kirilasiniz, uzulesiniz, aci cekesiniz diye inadiniza hareket etmez. inadiniza sizi uzecek hareketlerde bulunmaya devam ediyorsa ve tavirlarinda bir degisiklik yoksa "bundan sonra dostumsun" lafi, sadece laftir o kadar...
Charles Eguone
Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı.İçlerinden sadece birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır.
Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yeredüşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onu tutacaktır.
Bu güvendir.
Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dairteminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir.
ve bu üçü varsa hayatınız güzeldir..
COCUGUNU OYLE KARSILA KI; eve geldigi zaman, en guzel yere geldigini hissetsin...
ESINI OYLE KARSILA KI; yanina geldigi zaman, en dogru insana kavustugunu hissetsin...
ANNENI OYLE KARSILA KI: dogumundaki agrilari lezzetle takas etsin...
BABANI OYLE KARSILA KI; omur boyu bir baska evlada imrenmesin.. .
FAKIRI OYLE KARSILA KI; ona serdiginden buyuk, bir dua sofrasi sersin....
ZENGINI OYLE KARSILA KI; gonlunu gordugunde, kendi gonlunun fakirliginden kahretsin...
ARKADASINA VE DOSTUNA OYLE YAKLASKI ; sevincinde ve uzuntusunde yaninda sen oldugunu bilsin.
"Tanrım,
Beni yavaşlat.
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele...
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver ..
Sinirlerim ve kaşlarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...
Anlık güzellikleri yaşayabilme sanatını öğret;
Bir çiceğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı,
güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi ögret...
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini ,
yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler oldugunu bileyim...
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi
büyümesine bağlıdır...
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı
değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha
sağlıklı olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi...
Tanrım,
Bana değiştirebileceğ im şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğ im şeyleri Kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve HİKMET,
Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver..."
Mevlana'dan...
Hayattan ne ogrendim?Sonsuz bir karanligin icinden dogdum. Isigi gordum, korktum. Agladim.
Zamanla isikta yasamayi ogrendim.
Karanligi gordum, korktum.Gun geldi sonsuz karanliga ugurladim sevdiklerimi. ..Agladim.* *
yemege oldugu kadar hayata da lezzet kattigini ogrendim.* *
Ben dostlarimi ne kalbimle nede aklimla severim.
O gun gokyuzunde simsekler cakiyor, yagmur bardaktan bosanircasina yagiyordu. Kucuk kiz her sabah oldugu gibi annesinin sesiyle uyanmis, kahvaltisini etmis ve okuluna gitmek uzere yola cikmisti.Ancak simsekler birbirinin pesi sira o kadar gurultuyle cakiyordu ki, kucuk kizin annesinin icini bir endise kaplamisti.
Anne, yavrum bu havada yolda yururken korkmasin diye dusundu. Sirtina bir sey gecirdi ve sokaga firladi. Okul yolunda kizini aramaya basladi...
Derken bir de bakti ki, kizi az ileride minik adimlarla yuruyor, simsek caktigi anda durup gokyuzune bakarak gulumsuyordu.Anne kizinin bu davranisina pek bir anlam veremedi; meraklandi.Yanina yaklasip sordu:
Yavrum, hic korkmadin mi bu havada yalniz yurumekten? Hem ne zaman simsek caksa durup yukari bakarak oyle ne yapiyorsun?
Kucuk kiz cevap verdi: Gulumsuyorum... Cunku Tanri fotografimi cekiyor.
Yasami nasil algiliyorsak oyle yasiyoruz diyenler yanilmiyorlar galiba.
Önemli bir toplantıda cep telefonuyla bağıra bağıra konuşan bir kişi garibinize gidiyorsa, paradigmanızı değiştirmeden onu değerlendirdiğiniz için, siz yanılıyorsunuzdur.
Örneğin trende giderken, bir baba, 3 evladıyla oturup, sürekli ağlayan çocuklarına hiç, susun, demeden yolculuğa devam ettiğinde ; siz ona ne gamsız adam, diyebilirsiniz. Ama sorsanız, belki de onlar hastaneden geliyorlardır ve bir saat önce çocukların anneleri ölmüştür ve eve dönüyorlardır.
Prof.Covey in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüş. Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu; "anne o adam Finlandiyalı, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk" demiş.
Havaalanında aktarma yapmak isteyen yaşlı bir hanım, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmiş.Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış ki, yanındaki koltuğu oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama dik dik bakmış. Hatta canı o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mi? Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadın bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmiş. O sırada, kadının uçağının alana indiği anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında, ne görsün ; kendi kurabiye paketi, hiç açılmamış olarak çantasında durmuyor mu ? Meğer, bunca zamandır adamın kurabiyesini yiyormuş. Tabii çok utanmış ama, artık iş işten çoktan geçmiş.
Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor.
Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.Covey bu örnekleri ; "aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler" diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor ve Einstein'in bir sözünü anımsatıyor :Karsılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz.
Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu asma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir?
Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi çok büyüktür. Aslında hayatimizi, basarimizi, mutluluğumuz belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Basımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır..."Stephan Covey
19' uncu yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt'in, bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisi'nde sergileniyordu. Hunt'in "Evrenin Işığı" adını verdiği bu tabloda gece elinde fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı. Adam, tek eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden sanki bir yanıt bekliyormuşcasına duruyordu.
Bunca zaman bana anlatmaya calistigini,kendimi buldugumda anladim.
Herkesin mutlu olmak icin baska bir yolu varmis,kendi yolumu cizdigimde anladim.
Bir tek yasanarak ogrenilirmis hayat, okuyarak,dinleyerek degil...
Bildiklerini bana neden anlatmadigini, anladim...
Yureginde ask olmadan gecen her gun kayipmis, Ask pesinden neden yalinayak kostugunu anladim...
Aci doruga ulastiginda gozyasi gelmezmis gozlerden, Neden hic aglamadigini anladim...
Aglayani guldurebilmek,aglayanla aglamaktan daha degerliymis, Gozyasimi kahkahaya cevirdiginde anladim...
Bir insani herhangi biri kirabilir,ama bir tek en cok sevdigi, acitabilirmis, Cok acittiginda anladim...
Fakat,hak edermis sevilen onun icin dokulen her damla gozyasini, Gozyaslariyla birlikte sevincler terk ettiginde anladim...
Yalan soylememek degil, gercegi gizlememekmis marifet, Yuregini elime koydugunda anladim...
"Sana ihtiyacim var, gel ! " diyebilmekmis guclu olmak, Sana "git" dedigimde anladim...
Biri sana "git" dediginde, "kalmak istiyorum" diyebilmekmis sevmek, Git dediklerinde gittigimde anladim...
Sana sevgim simarik bir cocukmus,her dustugunde ziril ziril aglayan, Buyuyup bana simsiki sarildiginda anladim...
Ozur dilemek degil, "affet beni" diye haykirmak istemekmis pisman olmak, Gercekten pisman oldugumda anladim...
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymis, Sevgi dolu yureklerin gururu olmazmis, Yuregimde sevgi buldugumda anladim...
Olurcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermis bir gun affedilmeyi, Beni af etmeni olurcesine istedigimde anladim...
Sevgi emekmis, Emek ise vazgecmeyecek kadar, ama ozgur birakacak kadar sevmekmis....
CAN YUCEL..
''bayım alyansınızı yanlış elinize takmışsınız!
'' adam bunun üzerine; ''yanlış kadınla evlendim de ondan! '' diye karşılık verir.
ziglar bu anıyı aktardıktan sonra şöyle sorar;
''peki ya bu adam doğru adam mı? Yani kadın doğru adamla mı evlenmiş? Yanlış seçilmiş bir insana doğru insanmış gibi davranırsanız sonuçta doğru insanla evlenmiş olmaz mısınız? Doğru seçilmiş bir insanla evlendiğiniz halde yanlış davranıyorsanız yanlış bir evlilik yapmışsınız demektir cunku. doğru insan olmak doğru insanla evlenmekten cok daha fazlasıdır!
'' yazar kitabında şu öyküyü anlatır....
''yıllar önce hawai''de başlık parasına benzer bir uygulama revactadır. bir erkeğin sevdigi kızla evlenebilmesi için kızın ailesine belli sayıda inek vermek zorundadir. inek sayısının 10 adet olması gerekmekle birlikte kızın özelliklerine göre bu sayi değişebilmektedir. Ve adada iki kızı olan bir adam yaşamaktadır. Kızlardan büyük olanı bizdeki deyişle -kabul görmeyen- tipte, şanssız bir kızdır ve babası ona 3 inek fiyat biçmistir; 2 inekli bir teklifi de kabul edecektir; hatta iyi bir pazarlıkla 1 inege fit olmaya razıdır.
Bir gün adanın zenginlerinden johny lingo bu eve geldiginde herkes onun diger kızı isteyeceğini düşünür. Oysa yaşlı adamı sevince boğarak büyük kıza talip olur. Herkes en azından isteneni yani; 3 inek ödeyeceğini düşünürken johny yanında 12 tane inekle gelmistir! ! ..
O dönemlerde normal bir balayı ortalama bir yil sürmektedir ama gelin ve damat iki yıllık balayı planlamıştır.
Damatla gelinin dönmesinin beklendigi gün ahaliden biri dönüslerini haber vermeye gelir gelmesine ama gelenlerin jony ve eşi olduğundan emin degildir.Aslinda johny''i tanımıstır fakat kızdan emin olamamıstır; Yaklaşan kadın çok güzel, zarif birisidir. İyice yaklaştıklarında kimsenin tereddütü kalmaz. Fakat kızın güzelliği, cazibesi ve çekiciligi en eleştirici gözle bile reddedilmeyecek ölçüdedir. Yakından! bakanlar johnny''nin 12 inek karşılıgında iyi bir alışveriş yaptıgını düşünürler.
'' yazar işin püf noktasını şöyle özetler;
''johnny 12 inek ödedi, kız 12 ineklik bir kadin haline geldi.'' bu hep böyle olmaktadır; Eşinize veya sevgilinize verdiğiniz değer, ona kazandırdığınız değerdir. aslında ''doğru adam'', ''doğru kadını'' inşa eder, ''doğru kadın'' da ''doğru adami''...
Kalp kırmadan, yıkıp-döküp-ezip geçmeden, doğru insanı bulmanız dileğiyle
sahi niye bir türlü "bilmiyorum" diyemiyoruz şu hayatta hemen hemen hiçbir konuda? en bilmedigimiz zamanlarda bile bilirmis gibi yapmalarımız neden? basit bir adres de sorsalar, kapsamlı siyasi ya da felsefi analizler yapmamızı da isteseler verdigimiz tepki aynı: bilirmis gibi yapmak.
bilirmis gibi yapmak. gözümüzü yumup başlıyoruz konuşmaya. kelimeler köşeli bir uçurtma gibi çıkıyor bogazımızdan. kuyrugu uzun mu uzun bir uçurtma, git git bitmiyor. her konuda habire bir seyler söylüyor, tanımadıgımız şahıslar hakkında gayet iyi tanırmis gibi ileri geri konuşuyoruz. bazen konuşmakla kalmayıp yazıyoruz da. bilmeden ama bildigimizi zannederek. bildigimiz izlenimini vererek.
bilgi çagında yaşıyoruz. yarım yamalak bilgiler çagında. kitap okumak veya derinlemesine sabırla araştırmak yerine, internetten üstünkörü bir şeyler öğreniveriyoruz. yetiyor. televizyon kanallarında her akşam habire tartişma üstüne tartişma izliyoruz. sanki her konuda zıt fikirlerde olmak ve çatır çatır tartışmak durumundayız. bu 'mevzilenme arayışı' beraberinde 'düşünsel sabitlenmeyi' getiriyor.
iste o zaman 'fikir sahibi' olmaktan çıkıp 'sabit fikir sahibi' olmaya dogru yol alıyoruz, pupa yelken. şu basit hakikati bile söyleyemiyoruz kendi kendimize: "bugün, şu anda filanca konuda böyle düşünüyorum. ama yarın fikirlerim değişebilir. ben değisebilirim.
başka bir açıdan bakabilirim. bir ihtimaldir. ihtimal güzel şeydir. belki değisirim. cok bilenin cok daha iyi anladıgını sanmak hata olur. "bildiklerini unut," diyor dost. "gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilğilerini silmekle başla.
zihnimin tahtasında kargacık burgacık harfler, ne çok kelimeler var. alıyorum kumaş silgiyi. tahtayi siliyorum boydan boya. bir temizlik, bir hafiflik, bir ferahlık hali ki değmeyin gitsin.
"zanlarını, yargılarını, ön yargılarını ve dahi tüm genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et. giybet etme sakın, bil ki dedikodu denilen sey mıknatıs gibi kötü enerji çeker. kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın düşme ihtimalin o kadar artar. kainatin matematigidir.
dinliyorum sessizce. "hicbir konuda yüzde yüz emin olma," diyor dost. "kendini ayricalıklı sayma. konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme. şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir. nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir. her zaman başkalarından öğrenmeye açik ol. en iyi bildigin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma.
cümlelerinin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy. açık bir kapı bırak daima. ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyecegini unutma. tevazudan şaşma. ancak o zaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden..." bu yüzden tebrizli sems nam bir güzel ınsanın tutup da hazreti mevlana'nın tüm kıtaplarını tek tek suya atması. bu yüzden kendinden "ummi" diye bahsetmesi yunus emre'nin. bu yüzden tasavvuf tarihi boyunca pek çok hakikat ehlinin "cahilim, bilgisizim, ben bilemem" demesi.
yoksa hakikaten okur yazar olmadıklarından değil. dün de zordu ama içinde yasadığımız "enformasyon çağı"nda artik daha da zor "bilmiyorum" kelimesini telaffuz edebilmek. halbuki bir söyleyebilsek şunu hafifleyeceğiz. berraklaşacağız. duru ve yalın.
bir kelimenin idraki degiştirecek bakışımızı, duruşumuzu.
güzel sey, "bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum..." diyebilmek.
elif safak
geçtiğin yollarda hiç görmesende
*yolunda taş olsam o bana yeter
*seni sevdiğimi hiç bilmesende
*gözünde yaş olsam o bana yeter
*şu kuşlar ağaçlar güller ne güzel
*sakın ha kırmasın seni esen yel
*saçını okşada bir başka el
*selamını gönder o bana yeter
*doğrumu
*beni tanısan da tanımasan da
*ismimi ansan da anmasan da
*oturupda bir çay içsen şu garip masamda
*hatırımı sorsan o bana yeter
Çok güzel Teşekkürler arkadaşım samimiyetine
Kadının içindeki güç, en zor şartlarda bile yaşam mücadelesi verebilecek kadar büyüktür. Hatta doğadaki en sağlam, dayanıklı ve güçlü varlık kadındır.
İçinde var olan o savaşçı ruha rağmen, kadın sadece sevdiği adamın yanında, köşeye çekilebilir, pasifleşir, ihtiyaçlarını ve duygularını ikinci sıraya itebilir. Duyduğu saygı yüzünden, erkeğinden daha güçsüz durur. Bir kadının ruhundaki fırtına, isterse dünyayı yerinden oynatabilir.
Kadın çoğu zaman erkeklerden fiziksel olarak zayıftır. Bilek güreşi yapılsa, erkek birkaç saniye içinde kadını devirebilir. Ancak, yaşamın her noktasında, bir kadın isterse, erkeği ezmesi an meselesidir.
Erkekleri çoğu zaman şaşkına çeviren bir durum vardır. Evliyken veya birlikteyken, ampul değiştirmek konusunda çaresiz duran ve eşinden yardım isteyen bir kadın, üç çocuğuyla hayatta tek başına kaldığında, mucize bir yaşam hikayesi çıkarabilir. Erkekleri biraz sersemleten ve anlayamadıkları şey budur. Adam, kısa bir süre önce, pasif, vasıfsız, sıradan ve kendisi olmadan yaşayamayacağını düşündüğü bir kadını; ayrıldıktan sonra perişan, yerlerde sürünen, burnu sürtülmüş, barışmak için ayaklarına kapanarak af diler halde bulacağını düşünür. Ancak öyle olmaz. Bu, erkeğin dehşete düşerek, kendiyle yüzleştiği önemli anlardan birisidir. Peki, kadının içindeki bu büyük sır nedir?
Gelin, birlikte hayatın içinden, çok sıradan durumları hayal edelim. Bakalım, kadınlar aslında ne yapar, ne söylerler? İlk örneğimizde, kadın mutfakta yemek pişirmektedir. Erkek sofra hazırlanırken televizyona bakıyordur. Elinde, kapağı sıkışmış bir salça kavanozu ile gelir kadın ve “hayatım, şunu açar mısın?” der. Adam, büyük bir güven ve gurur duygusu içine girer, ancak bunu belli etmez. Biraz zorlanarak ve tüm gücünü kullanarak kavanozu açar. Açılmaması halinde, erkek kendini çok berbat hisseder ve bir sürü bahane bulur. “Bir bez getirsene, ellerim kayıyor.” “Nasıl da sıkışmış bu meret” “Ellerin yağlı tutmuşsun kavanozu, benim de elime bulaştı, kayıyor, ondan açılmıyor” Bunlar çok önemli değil, çoğu zaman açılır. Peki, sizce kadın, o kavanozu açmanın en az üç yöntemini bilmiyor mudur? Kavanozun kapağını sıcak suya tutmak, dibine birkaç kere sertçe vurmak, bir bıçağı kenarına sokarak içine hava girmesini sağlamak gibi yolları mutlaka biliyordur. Ancak, bunu eşine yaptırmak, bilinçaltına şu mesajı yollamak içindir: “Sana ihtiyacım var!”
Başka bir örnek verelim. “Hayatım, gardırobun üstünden şu bavulu indirebilir misin?” veya “Sevgilim, şu üst raftaki servis tabağına uzanabilir misin?” cümleleri, size de tanıdık geldi mi? Sizce kadın, sandalyeye çıkıp istediği şeyi almaktan aciz midir? Elbette hayır! Bu durumun alt göndermesi nedir? “Sen olmasan ne yapardım?”
Tüm çetin şartlarda çözüm bulan kadınlar, eften püften şeylere takılıp kalır mı? Yoklukta, iki tahta parçasını bağlayıp dolap yapan; evdeki tek malzemeden üç çeşit yemek çıkaran, eşinin getirdiği azıcık para ile tüm ailesinin ihtiyaçlarını karşılayıp, üstüne üstlük daha kötü günler için para biriktiren kadın; kavanoz kapağını mı açamaz?
Kadın, dünya üzerindeki en özel varlıktır. Yapabildiklerini göstermemesi, bir adım geride durması, erkeğine duyduğu sevgi ve saygıdandır. “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” cümlesi, kadın-erkek ilişkisi için söylenmiş, üstünde biraz düşünülmesi gereken önemli laflardan biridir.
Beylerin anlaması gereken şey şudur: Biz, dünyayı yerinden oynatabilecek güce, sizin yaptığınız her işi yapabilecek kapasiteye, direnilmesi gereken her noktada savaşacak ve ayakta kalacak iç disipline, acil durumlarda çözüm getirebilecek beyne sahibiz. Yaparsak, çok daha iyisini de yaparız. Yapmamamız sevgimizden, sizi var etme, hevesinizi kırmama isteğimizdendir. Bunu bilmeli ve yaşam oyunundaki yerinizi doğru korumalısınız. Yoksa kadın isterse….
Karsimizdakini sadece sozlerle degil, vucut dili ile de degerlendiririz. Iste size bu dili dogru konusmak icin rehber niteliginde pratik oneriler.
Sozden once hareket vardi. Evrende ilk nefes alisimiz bundan milyonlarca yil oncesine dayaniyor. Dil denen iletisim mucizesi ise insanin varolmasindan bir hayli sonra gelisti. Bu durumda insanlarin birbirleriyle iletisim kurmalari icin tek yol vardi, o da vucut dilini kullanmak.
Inandirici olmak icin vucut dilini dogru kullanmak sart!
Vucut dili gunumuzde bambaska bir onem tasiyor. Insan insani sadece agzindan cikan sozlerle degil, vucut hareketleriyle de degerlendiriyor ve yargiliyor. Inandiricilik derecesi artik sadece sozlerimiz ve sozlerin anlaminda ote, sozleri hangi hareketlerle sundugumuza da bagli. Vucut dili artik bu yuzyilda herkesin bilmesi gereken bir iletisim sanati haline geldi. Karsinizdakine dogru mesaji gonderebilmek icin asagidaki basliklari goz onunde bulundurmak sart.
Etkileyici bakin!
Vucut dili icin en onemli organlar sirasiyla gozler, eller, agiz, omuzlar ve bacaklar. Bunun disinda burun kivirtmak, dil cikartmak, gogus bolgemizi hareket ettirmek gibi kucuk detaylar da cok onemli. Kisik gozlu bakislar insana supheyi, acik gozler meraki, derin bakislar dikkati, egik bakislar uzuntuyu anlatir.
Goze bagli olarak kaslar da hareket edecektir. Kas catmak o insana kizdiginizi anlatir, kaslarinizi bir hilal seklinde kaldirmak karsinizdakine merakli oldugunuz izlenimini birakir. Dikkat etmeliyiz, gozlerimiz karsisindakini dinlerken veya siz karsinizdakine bir sey anlatirken asla bos bakmamali. Karsinizdakini gozlerinizle cok iyi etkileyebileceginizi asla unutmayin.
Memnuniyetsizlik gosteren kadin
Karsinizdakinin sizinle iletisime gecmesini eggelleyen bir oturus bicimi
Amerikali oturusu
Bu bacak bacak ustune atma hareketi tartismali veya rekabet iceren bir tavrin varligini gosterir.
Politikaci el sikisi
Eldiven seklinde el sikismaya bazen politikaci el sikisi denir. Bu hareketi yapan karsisindakine guvenilir ve durust oldugu izlenimini vermeye calisirsa da bu teknigi yeni tanistigi biri uzerinde kullandiginda tam ters etki yapabilir.
Parmak ezici
Parmak ezici saldirgan "kabadayi" tipinin isareti gibidir. Maalesef, karsiliginda bir laf etmek ya da burnuna yumrugu cakmak gibi fiziksel eylemler disinda bunu engellemenin bir yolu yoktur!
Cok az el sikis bicimi olu balik el sikisi kadar iticidir ozellikle de el soguk ve terliyse. Olu baligin yumusak, uysal dokunusu onu evrensel olarak istenmeyen bir sey kilar ve cogu kisi ozellikle de elin ters cevrilmesinin kolayligi nedeniyle bunu zayif karakter gostergesi olarak algilar.
Bilek tutma ve dirsek kavrama
Iki eli kullanarak el sikismanin anlami karsidakine duyulan ictenlik, guven veya hislerin derinligini belirtmektir.
Ust kol kavrama ve omuz tutma
Omuz tutus ve ust kol kavrama karsi tarafin yakin mahrem bolgesine girmekte olup vucut temasi da icerebilir. Bu hareket sadece el sikisma sirasinda yakin duygusal bir bag hisseden insanlar arasinda kullanilmalidir.
Yaşam bir tren yolculuğuna benzer: inilir binilir, kazalar olur,
Bazı duraklarda sürprizlerle ve bazı duraklarda ise üzüntü İle karşılaşılır.
Doğup ta bu trene bindiğimizde,bazı kişilerle karşılaşırız ve
Bütün yolculuk boyunca onların bizimle beraber olacaklarını Sanırız. Bunlar anne ve babalarımızdır!
Maalesef gerçek tamamen değişiktir.
Onlar bir istasyonda inerler ve bizleri sevgi ve muhabbetlerinden,
Dostluk ve yol arkadaşlıklarından Mahrum bırakırlar.
Bununla birlikte bu trene yeni binenler de olur ve bizim için önemli olurlar.
Bunlar kız ve erkek kardeşlerimiz, dostlarımız ve sevdiğimiz tüm iyi insanlardır.
Bazıları bu yolculuğu küçük bir gezinti gibi düşünürler.
Bazıları da bu yolculuk sırasında üzülürler.
Bazıları ise yanınızdadır ve ihtiyacı olanlara yardım için hazır bulunurlar.
Bazıları yolda inerler ve geride sürekli bir özlem bırakırlar….
Bazıları ise binerler ve inerler. Biz onları sadece kısa bir an için görebiliriz…
Sevdiğimiz bazı yol arkadaşlarımızın başka bir vagonda oturduklarını ve yolculuk boyunca bizi
Yalnız bıraktıklarında şaşkınlığa uğrarız..
Elbette ki tren içinde onları aramamıza hiç kimse engel olamaz. Bazen de onların yanına başkaları oturmuş olduğundan,bize yanlarına oturmak için yer kalmaz.
Önemli değil…yolculuk böyledir: meydan okumalar,hayaller,ümitler,vedalar….hem de dönüşü olmayan.
Bu yolculuğu en güzel şekilde yapmaya gayret edelim.
Yol arkadaşlarımızı anlamaya ve her birinin iyi taraflarını bulmaya çalışalım.
Unutmayalım ki yolculuğun her safhasında yol arkadaşlarımızdan birisi müşkül bir duruma düşebilir ve
Bizim yardımımıza ihtiyaç duyabilir.
Bizimde bocaladığımız zamanlar olacak ve biz de destek olacak birilerini arayacağız.
Bu yolculuğun en esrarlı tarafı, hiç birimizin bu trenden ne zaman ineceğimizi bilemememizdir.
Elbette yol arkadaşlarımızın da ne zaman ineceklerini bilemeyiz.
Hemen yanımızda oturmuş olsalar bile. Eminim ki trenden indiğimde ….çok üzüleceğim!
Trende karşılaştığım tüm dostlardan ayrılmak, yakınlarımı yalnız bırakmak çok acı olacak.
Ancak bir gün büyük istasyona vardığımda onları, trene bindiklerinde yanlarında olmayan bagajları ile birlikte görebileceğimi biliyorum.
Aksine onların bagajlarını büyütmek ve zenginleştirmek için yardımcı olmakla mutlu olacağım.
Benim canım dostlarım, mümkün olduğu kadar güzel bir yolculuk yapalım ve trenden indiğimizde iyi bir hatıra bırakmaya gayret edelim.
Aynı trende bulunduğum aileme yol arkadaşlarıma…
İYİ YOLCULUK… DİLİYORUM
Yazarını bilmiyorum kim yazmışsa teşekkürler teşekkürlerrrrrrrrrr.
Ben keçiboynuzu yemesini çok severim bu bigilerden haberim yoktu.
"KECIBOYNUZUNUN Yunanca adı keration. Ingilizce de carob, Arapca da ise kirrat. Keciboynuzu tohumu yuzyıllar boyunca elmas ölçmek icin kullanılmış. Elmaslar keciboynuzu tohumu ile tartılarak satılmış. Bu yüzden keçiboynuzu kirat ya da karat denilen ölçüye adını vermis. PROFESOR Dr. Aydın Akkaya söyle yazıyor: "Keciboynuzu cekirdegi dogada agırlıgı degismeyen tek tohumdur... Bütün tohumlu bitkilerden yalnız keciboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir. Bu hem cok kurudugu ve meyvesinden çıktıktan sonra son ve sabit agırlıgını aldıgı icin hem de icine su alması olasılıgının cok az ve cok uzun zamana baglı oldugu icindir. Bu nedenle Araplar, Selcuklular ve Osmanlı doneminde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıstır... dört tanesi bir dirhem eder. Dirhem degismekle birlikte 3 gr. agırlığı temsil etmektedir... Satıcı iki dirhemlik bir sey satarken (8 cekirdek) lütfedip 1 cekirdek fazla tartarsa bu, malı alan kisinin itibarını gösterir. Olağandan fazla giyinen, süslenen vb. kisilere de "Iki dirhem bir cekirdek" denmesi bundan kaynaklanmaktadır."
- Ateşe su dökülürse cin çarpar, yiyeceklerin ağzı kapatılmadığında gece onlardan cinlerin yediği anlayışı,
- Kuran ve sünnet ile örtüşmediği halde dövme yaptırmak, erkeklerin küpe takması, burçların insan karakterine etkili olduğu inancı,
- Türbe, yatır gibi yerlerden medet ummak. Bir yatırın mezar taşına mum yakıp, dilek tutmak,
- Sünnet olan çocuğun acısının azalacağına inanılarak sünnet olma anında annesi ve diğer hanımlar tarafından oklava çevirmek,
- Yeni doğan çocuğun dindar olması için göbek bağını keserek cami avlusuna bırakmak,
- Konuşmayan çocukların konuşabilmesi için cuma namazından sonra müezzin tarafından cami anahtarını çocuğun ağzına sokup çıkarmak,
- Yürümeyen çocukların ayaklarına ip bağlayarak cuma namazından ilk çıkan kişiye ipi kestirmek,
- Küçük çocukların üzerinden atlanıldığında boylarının kısa olacağına inanmak,
- Çocuğu olmayanlara çocukları olması için deve dili veya etini yedirmek,
- Çocuk doğan eve 40 gün süre ile et alınmaması gerektiğine inanmak,
- Yeni doğan çocuğun kırkı çıkmadan evden çıkarılmaması gerektiğine inanmak,
- Boyu ölçülen çocuğun cüce kalacağına inanmak,
- Gelinin kucağına erkek çocuk verilince çocuğunun erkek olacağına inanmak,
- Loğusa kadının herhangi bir şeyden zarar görmemesi inancıyla, bulunduğu yere süpürge,
- Loğusa kadını kırkı çıkana kadar yalnız bırakmamak,
- Hamile kadınların saçlarını kesmemeleri gerektiğine inanmak,
- Nikah esnasında gelin ve damadın birbirlerinin ayağına bakması halinde, önce basanın sözünün geçeceğine inanmak,
- Gelin ve damadın üzerine para, üzüm, şeker ve leblebi gibi şeyler atıp, kapıda küp kırmak,
- Evlenmeyen genç kızların kısmetinin açılması için müezzine minareden para attırmak, mendil veya eşarp sallatmak,
- Baykuş ötmesi, kara kedinin insanın önünden geçmesi, horozun vakitsiz ötmesi, insanların ve araçların önünden tavşanın geçmesinin uğursuzluk sayılması, karganın ötüşünün o bölgeye gelecek belanın işareti olarak kabul edilmesi,
- İki bayram arasında nikah yapmak, duaların kabulü için mübarek gecelerde ziyaretgahlarda mum yakmak, gece vakti tırnak kesmek, cuma ve arefe günlerinde çamaşır yıkamak, dikiş dikmek, temizlik yapmak, akşam sakız çiğnemeyi ölü eti çiğnemek gibi kabul etmek, gece aynaya bakmak gibi şeylerin uğursuzluk getireceğine inanmak,
- Elden ele sabun, makas, bıçak, iğne ve soğan vermenin uğursuzluğuna inanmak,
- Sağ elinin içi kaşındığında para geleceğine, sol elinin içi kaşındığında da para çıkacağına, ayak altı kaşındığında da yola çıkılacağına inanmak,
- Cam ve porselen gibi eşyanın aniden düşüp kırılmasını, bir belanın defedileceğine işaret saymak,
- Merdiven altından geçmeyi uğursuzluk saymak,
- Cenazenin 7., 40., 52. gecesi ile ölüm yıldönümünde hatim ve mevlit okutmak,
- Cenazenin alkışlanma uğurlanması, cenazenin arkasından slogan atmak ve çiçek serpmek,
- Hastanın başı üzerinde tuz gezdirmek, köz söndürmek, kurşun döktürmek,
- Dileğin kabulü için ağaçlara bez-çaput bağlamak, türbelere adakta bulunmak, türbe ziyaretlerinden şifa beklemek,
- Hıdrellez günü sahile gidilerek kuma veya toprağa ev, araba veya kadın resimleri çizilerek böylece çizilen resimler sayesinde ileride onlara sahip olunacağına inanmak,
- Camiye girerken cami duvarını öpmek,
- Tekke ve türbelerde kurban kesmek, türbe ve tekkelerden şifa beklemek, mum yakmak, el yüz sürmek,
- Misafirin, askere gidenin veya yola çıkanın arkasından su dökmek,
- Kahve falına bakmak, falcılara, büyücülere gitmek,
- Ay ve güneş tutulmasında silah atmak, teneke çalmak.
Sıradan şeyleri, amaçları dışında da kullanarak hem mükemmel sonuçlar alabilir hem de ekonomi yapabilirsiniz. Ekonomi kriz, özellikle ev ekonomimizi derinden etkilemeye devam ederken, biz paramızı ve zamanımızı en iyi şekilde değerlendirmenin yollarını araştır olduk. Evimizdeki hemen hemen herşeyi birden çok defa kullanabilmek için neyin nerede kullanılacağını bilmeniz gerekiyor. Bİrçok şey amaçları dışında pratik olarak kullanılabiliyor.
İşte size bunun gibi bazı küçük ama önemli ipuçları
BEBEK BEZLERİ: Bitkilerinizin daha uzun süre su tutmasını mı istiyorsunuz? Bitkilerinizi dikmeden önce, saksınızın dibine, emici tarafı yukarıya gelecek şekilde bir bebek bezi yerleştirin. Bebek bezi suyu içine çekecek ve bitkinizin suyu çabucak emerek kurumasını engelleyecektir.